Bizden selam olsun

15 Ağustos 2010 Pazar

Özlenen İnsan Olmak.

İnsanlar hasretimizi çekmeli.
Zaten hasreti çekilene
iyi insan denir.
Herkes,ah bir görsek,
bir dinlesek demeliler.
Böyle olursak anlatmaya lüzum yok.
İnsanlar anlar.
Herkes iyiyi kötüyü fark eder.
Ve yeniden dünya
insanca yaşamağa değer olur.
Bu gök kubbede yaşayanlar,
içlerinde namussuzluğu barındırmazlar. Bilirler ki herkes iyidir.
Bizi daima rahatlatan bir söz var.
-"İyiler daima kazanır."
Bilgi bakımından,
dünyanın en önde geleni olsanız. Davranışlarınız, sözleriniz
ve insanlara bakışınız iyi değilse,
sizi kimse dinlemez.
faziletler en güzel kelamlar
ilimler sizde olsa,
hâliniz bozuksa
insanlara zarar verirsiniz.
Hatta kendinize de
en büyük kötülüğü edersiniz.
Evvela iğneyi kendimize batıralım.
İyi bir insan olmaya,
insanları sevmeye
ve hatta sevilmeye çalışalım.
Kendi çıkarlarımıza ters gelse de
doğru bildiklerimizi söylemekten
ve yapmaktan çekinmeyelim.
İnsanlar sevsin diye değil,
doğru bildiklerimizi yapalım.
Görünüşte bize düşman bile olsalar,
dosdoğru adamlara yardım etmesek bile,
onların söylediklerine
ve yaptıklarına engel olmayalım..
Bilge insan olmak istiyorsan, en önce kızdıklarına sabret. Onları bir dinle.
Bunları yaptığında, seni seven,
seni dinlemek için uzaklardan gelen,
seni özleyen
ve sana değer veren milyonları duyacak, dinleyecek ve göreceksin.
İşte o zaman bu dünya daha tatlı,
daha yaşanılır,
daha da güzel olacaktır.
Mutlu günler uzak değil.
Bu yazıyı okuyan herkes, benzerini yazıp yayınlayabilir.
Önce yazarız.
Sonra yazdıklarımızı uygularız.
Geriye baktığımızda
şöyle bir resim görürüz.
( stadlarda rakip takımın taraftarları
yan yana ve kolkola maç seyrediyor.
Bir takımın futbolcusu gol attığında onuntaraftarı daha az seviniyor.
Çünki arkadaşı o an üzüntülü.
Saha içinde
futbolcular jentilmenlik yarışında oluyor. Birbirlerine kasti faul yapmıyorlar.
Çünki biliyorlar ki
arkadaşı da kendisi gibi
bu işten ekmek yiyecek.
Ağır sakatlık olmasın,
diye titiz oluyorlar.
Gol atan da fazla bir taşkınlık yapmıyor. Çünki kendi taraftarı,
rakip takımın taraftarı ile arkadaş.
Hele Millet Meclisini düşünün bütün parti liderleri, bu devleti nasıl daha ileriye götürürüz diye çırpınıyor.
Şöyle diyor, diğer partili yöneticiye:
-"Evet yaptıklarını destekliyorum."
-Ya da desteklemiyorum.
- Fakat şunu şu şekilde yaparsan
daha da kolay ve çabuk netice alırsın.
Karşısındaki de nazikçe:
-Sen bildiklerini söyle kardeşim.
Önerilerinin içinde doğru olanlar varsa, onları uygularım.
Hatta millete bu önerilerin sahibi,
falanca diye de söylerim.
Diyebilmelidir.
Burada daha yazacak çok şey var.
Yeter ki iyilik yarışına girelim.
Birbirimizi tutkuyla sevelim.
Birbirimizin hasretini çekelim.
En önemlisi de:
Özlenen, hasreti çekilen
insan olalım.

27 Temmuz 2010 Salı

Bu vahşi cinayetlere dur demeli

http://haber.mynet.com/detay/yasam/tum-alacaklilarini-cagirdi-kursuna-dizdi/522276



Aşağıdaki linke tıkladığınızda şöyle bir haber okuyacaksınız. Bütün alacaklılarını çağardı. Kurşuna dizdi. İnsanın tüyleri diken diken oluyor. İşte bizim hayatımız. Herşey pamuk ipliğine bağlı.. Farkına vardınız mı bilmem. Ölüm cezası kalktığından bu yana katiller bir kurbanla yetinmiyorlar. En- az üç dört kişi bu insan düşmanları tarafından yok ediliyorlar.





İletişim denince ilk akla gelen telefon oluyor. daha da eskisi mektuplar..
Burada yazılanlara karşı değilim tabii. Yazdıklarınıza da imzamı atarım. Fakat nasıl ki Televizyon faydalı olduğu kadar zararlı ise, İnternet de zararlı olmasının yanında çok da faydalıdır.
Önemli olan alt yapıdır.
En önce aile ortamı iyi olacak. Sonra ÖĞRETMEN ve devamında gelen eğitimler..
Yine tekrarlıyorum. İnsana cinayet işleten bir öldürücü aletin bile birçok faydası vardır.

Bizim güvenliğimizi koruyan askerimiz, polisimiz ve diğer güvenlikçiler silah kullanmaktadırlar. Onların kullandığı alet sebebiyle, geceleri mışıl mışıl uyuyabiliyoruz.
Hatta burada size birşey itiraf edeyim. İdam cezası kaldırılmamış olsaydı. Ülkemizde bu kadar şiddet olmayacaktı.
Elbette insanların ölümle cezalandırılması taraftarı değilim. Fakat karşı taraf medeni değil ki… Çok acele olarak ölüm cezasını kaldırdık. Gün geçmiyor ki, herhangi bir cani bir kişiyi değil, iki üç kişiyi birden öldürüyor diye haberler okuyoruz. İdam cezası olsaydı. Böylesine gaddar olamazlardı. Kendilerinin de ölümle cezalandırılacağını bilmek, o caniler için caydırıcı olacaktı.

Bugün bütün sıkıntıların sebebi, ABD’ nin bize teslim ettiği insanı, binlerce masumun katili olduğu halde cezalandırmayışımızdır. Çocuk terbiyesinde baba, içi kan ağlasa da sert olmak zorundadır. Çünki çocuklar akıllı görünseler de şımarmaya meyillidirler. Azıcık bir gevşeme gösterilse, hem ailesine hem cemiyete, hatta devlete karşı belalı bir evlat yetişmiş olur..Zamanı gelince kaldırılacak, cezalar vardır. Fakat şimdi zamanı değildi. Bir an önce, hatta MHP olarak bir kanun teklifi verilerek ölüm cezası tekrar getirilmelidir. Bu kanun mecliste kabul edildiği zaman, gelecek seçimlerde teklifi veren parti, iktidar olacaktır. Haydi MHP. Sana söylenen bütün sözleri bir anda sil. İdamı kaldıran sen değildin. Başkalarının kaldırdığı bu ağır cezayı yine getirecek olan sensin. Dünyanın en güçlü ülkesinde, bu ceza vardır. Güçlü olmaya mani değildir bu ceza…Ak parti mecburi bu kanunu destekleyecektir. Hatta CHP den bile destek görecektir bu kanun.












1 yorum yazilmistir 2010-07-15 21:56:47 - korkunç bir haber:(
Yazan: antarktika
bu haber hakikaten korkunç, alacaklılarını çağırıp kurşuna dizmek! Bu insan değil bir yaratık ! ! !
Bağlantı Sil

<- Son Sayfa :: Sonraki Sayfa ->

17 Mayıs 2010 Pazartesi

bir hatıra yazısı

2 HAZİRAN 2006
CUMA
Muratoba Köyü Bursa- Gemlikj ilçesine bağlı
şirin bir köydür. Burada akrabalarım var. Annemin ablasının ve kız kardeşinin çocukları..
Hacı Nuriye teyzem bundan seneler önce görücü usulüyle bu köyün zengin bir ailesine gelin gitmiş. Daha sonra hacı halime teyzem de yine bu köyden sözü geçen başka bir aileye gelin gitmiş. Bu iki teyzemi ancak bayramlarda dedemi ziyarete geldiklerinde görebiliyordum.

Nuriye teyzemin beyi Halil MUTLU elim bir trafik kazasında vefat edince, 9 çocuğu ile ve 38 yaşındayken 22 yıllık evli teyzem dul kaldı.
o yaştan sonra bu yaşına kadar çocuklarına hem anne hem baba oldu. Kendisi çocuklarına üvey baba acısı tattırmadı. Bu kadar çocuk idare etmek, tabii ki zor iştir.



Nuriye Teyzemin vefat haberini Kardeşim Orhan verdi. Cuma günü idi.Tgrt TV de osman ünlü Hocanın bizi aydınlatan sohbetini dinliyorduk. Hanımmım Yakında doğum yapacak kızım için benimle gelemiyeceğini söyledi. Başsağlığı diledi.Akrabalara da aynı şekilde başsağlığı dileklerini iletti. Önce Gebze merkeze bir münübüsle oradan da Eskihisar'a yani feribota giden bir başka münübüse bindim. Münübüste bir yolcu diğer arkadaşına:
-Recep; Osman Ünlü yine bize dinimizle ilgili faydalı sözler söyledi dedi..
Demekki bir biz değildik O mübarek Hocayı dinleyen. Allahü Teala TGRT deki bütün çalışanlardan bu televizyonun sahibinden de razı olsun.
İşte şimdi fereibottayım. yaklaşık yarım saat sonra karşıda(yani Topçularda) olacağız.

Vapurda da yalnız başıma oturduğum kanapede kısık sesle kelime-i tevhid getirerek
Sevabını rahmetli teyzeme bağışladım. Zaman böyle durumlarda yavaş ilerliyor.
Fakat o da ne karşı kanapede oturan bir hanımefendi yanındaki arkadaşına
-Leyla, şu hocayı dinleyince huzur buluyorum. Ben daha önce kendimi boşlukta hissediyordum. İçimde ümit dolu sevinç var. Allah ondan razı olsun..
Bahsettikleri Osman Ünlü hoca idi. İnsanlarımıza manevi bir yol gösteren bu alim zat
Sadece bize değil bütün dinleyenlere kurtuluş bilgileri veriyor.

Yalovaya geldik . Camilerden ezanlar okunuyor. Günlerden Cuma Cuma namazı farz.
Merkezdeki camie hızlı hızlı yürüdüm. Önce Kardeşim Burhanı aradım. Beni gemlikte beklemelerini tembihledim.

Namazdan sonra bindiğim otobüsde de ilginç bir hadise oldu. Arka koltukta oturan iki yolcudan biri diğerine:
-Bu konuyu Osman Ünlü’ye mutlaka soralım diyordu. Bu kadar raslantı olamaz?
Hadi her seferinde elime Türkiye gazetesi alıyordum. Böyle bir çağrışım kurabilirler.
Fakat bayide Türkiye Gazetesi yoktu ben de başka bir gazete almıştım. Hocam Allahü
Teala senden razı olsun. Allahü Teala seni nazarlardan korusun. Sana bu hizmeti verebilmene
Vesile olanlardan da Allahü teala razı olsun. Amiiiiiin.


Gemlik e geldiğimde kardeşimi telefonla aradım. Muratoba köyü Celal Bayarın Köyü olan
Umurbeyden sonra geliyordu.
-Abi sen Umurbey yönündeki kahvede beni bekle ben annemle beraber geliyorum. Hava çok sıcak. Orada soğuk ayran iç. Kendine iyi bak biz az sonra oradayız. Diye cevap verdi. Hava gerçekten çok sıcaktı. Küresel ısınma dedikleri böyle mi olacak acaba?
Ayran iyi geldi. Hafifden başım ağrıyordu. Biraz geçti. Sağlık olsun. Bu dünya fani. Önemli olan ölmeden önce ölmek. İşte her şey bu cümlede..O zaman insanlar hep iyilik üzere olur.
Allahü Teala ve Peygamber sevgisiyle yaşar. Kimseye kötülük etmez. Dünya öyle bir dünya olur ki içinde yaşayanlar sanki bir melek gibidirler. Ölmeden önce ölümü düşünen insan iki dünyasını da kurtarır. Şu an ölse bile asırlarca gönüllerde yaşar. Mevlana, Yunus Emre,Büyük alimler, Peygamberler yüzyıllardır kalblerimizde yaşamıyorlar mı?

Kahvede oturan insanlar, eğer İstanbulda değil de burada yaşasaydım, önemli bir kısmı beni tanıyacaklardı. İşte sanki sıkıntılarına çare olacakmışcasına ta ciğerlerine duman çeken cılız hastalıklı bir genç..Yazık,sigara paketinin üzerinde sağlığa zararlıdır yazısı var- Kahvenin bahçesinde nefes nefese bir ihtiyar ciğerlerini açabilmek için kesik kesik öksürüyor.
Cep telefonunun sesiyle kendime geldim. Kardeşim arıyordu. Hemen kahveciye seslendim.
Ayranın parasını ödedim.Annemin de içinde oturduğu vasıtaya koştum.
-Annecim başın sağ olsun.Allahü Teala sana sabırlar versin.
-sizler sağ olun çocuğum. Sağlıkla yaşayın ibadetinizi hiç aksatmayın yavrularım. Diye cevap veren ,sevgi dolu hasret birikimi çoşkun bir ses. İşte bizim annemiz, herkesin sevdiği saygı duyduğu Müslüman annemiz. Dört oğul anası eli öpülesi cennetlik annem. Onu sevmek için biz oğulları, hep kızım diye seslendiği gelinleri yarış ederler.
Annemden sonra canım kardeşime sarıldım. Özlemişiz birbirimizi…Gemlik dörtyoldan kardeşimin işyerine doğru yol aldık. Kardeşimin Gemlikte kum çakıl deposu var. Yanında çalışanları ve benim küçüğüm( bana cenaze haberini veren) Orhan kardeşim de oradaydı.

Kardeşim Orhan içimizde en sevecendir. Hemen yanımıza koştu. Önce annemize sarıldı. Baş sağlığı diledi. Sonra bana da sarıldı. Canım kardeşim daha bir hafta önce orada idim. yine de:
-Abi özletme kendini sadece cenazelerde değil aklına estikçe gel dedi.
Kardeşim Burhan adamlarıyla konuştu. İnşaat şirketinden ortağı ile telefonda görüştü.
Sonra bize döndü.
-Hadi Abilerim bir an önce gidelim oradaki akrabalarımızı da görür, başsağlığı dileriz dedi.
Ben kardeşim Orhan arka koltukta oturan annemizin yanına oturduk. Kardeşim ise şoför koltuğunda Muratoba köyüne geldik.
Burada sadece cenazeyi kabire koyarken yaşadığımız hadiseyi anlatmak istedim. Zaten bu yazının amacı da bu idi.
Başta da söylediğim gibi hava çok sıcak, güneş yakıyor. Teyzemin torunlarından dördü beşi kabire indiler.(38 yaşında dul kalan bunca sene çocuklarına hem anne hem baba, torunlarına da hem dede he nine olan) 85 yaşındaki ninelerini üzmeden tuttular. Mezarın içine nazikçe koydular. İşte tam o an kabirin içine teyzemin kefen bezine yağmur damlaları gözyaşı gibi akmaya başladı.
Bütün herkes hayretle bir açık havaya bir de yağan yağmura bakıyoruz. Günlerden cuma ikindi vakti. Teyzemin küçük oğlu Ömer ile göz göze geldik. Osırada dayımın oğlu Adnan ve teyzemin büyük oğlu Mahmut da birbirlerine bakıyor.
-Cennetlik olanları Allahü Teala bu dünyada da böyle işaretlerle belli eder diyenler vardı.
Allahü Teala rahmet etsin. Nur içinde yat sevgili teyzem.

Sadece o köye mahsus olan sağanak yağmurdan Gemlik de eser yoktu. Mezarın topraklarını kürekle atarken sakinleyen yağmur biz arabalarımıza binip oradan ayrılırken daha bir çoşkulu yağıyordu.
Gemlik’e geldiğimizde yağmurdan eser yoktu. Bir iki kişiye sorduk. Hayır bugün bir damla bile yağmur yağmamıştı..

27 Nisan 2010 Salı

Ermeni Tehcirinin 95. yılı


Durum
Yılmaz Öztuna
yilmaz.oztuna@tg.com.tr
26 Nisan 2010 Pazartesi




95 YIL

Tehcîr’in 95. yılı... 24 Nisan 1915’te Osmanlı hükûmeti kanun kuvvetinde tehcîr kararnâmesini çıkarmıştı. Aynı günlerde Gelibolu’da yalnız devletimizin ve milletimizin değil, tarihin en büyük savaşının da kaderi çekişiliyordu.
Enver Paşa 9, 10, 11. kolordulardan oluşan 3. Ordumuz’un 2 kolordusunu Allahüekber Dağları buzullarına gömmüştü (Rusların da 36.000 zayiat verdiklerini kaydetmeliyim). Geriye kalan kolordumuz, dağınık birlikler hâlinde, aç ve bîilâç, çekiliyordu. Peşlerinde, dişlerine kadar Rus mitralyözleri ile silâhlandırılmış Taşnak eşkıyası...
Taşnaklar, yüzlerce Kürt köyünü basıp kadınları, ihtiyarları, çocukları, bebekleri, kurşun sıkarak falan değil, her türlü işkence ile öldürüyorlardı (köylerin gençleri askerde idi). Akıllarınca o coğrafyada -Müslüman nüfustan arındırıp- Büyük Ermenistan kuracaklardı.
33 yaşındaki Başkumandan Enver Paşa’nın genel kurmay başkanı Bronsart von Schellendorf Paşa, Berlin İmparatorluk Genel Kurmayı’ndan aldığı emirle, savaş bölgesindeki Ermeni nüfusun o coğrafyadan uzaklaştırılmasını öğütledi. Enver, Talat’a söyledi. Dâhiliye nâzırı (içişleri bakanı) Tal’at Bey tehcîr (zorunlu göç) kararnâmesini hazırladı. Emrindeki sadrâzam (imparatorluk başbakanı) Prens Mehmed Saîd Halim Paşa’ya imzalatıp Sultan Reşâd’a onaylattı (başbakan nasıl bakanın emrinde olur demeyin, bizde olmuştur).
O coğrafyadaki Ermeniler, aile fertleri biribirinden ayrılmayarak, güney eyaletlerimize doğru yayan olarak yola çıkarıldı. Yolda, ailelerinin öcünü almak isteyen eski Kürt Hamîdiye süvari alayları mensuplarınca vuruldular. Açlık, salgın hastalık, sert iklim, bozuk yollar... Her türlü belâ mevcuttu. Kafileler ağır zayiat vererek Suriye’ye erişti. Oradan Fransa ve Amerika’ya gidip müreffeh hayatlar kurdular.
Biz başlatmadık. Onlar asıp kesecek, Türk Devleti karşılık vermeyecek miydi? Savaşlarda böyle trajediler olur. Her milletin tarihinde vardır. Ermeniler rahat durup devletlerine silâh çekmeselerdi, bugün o coğrafyada Türk-Kürt-Ermeni asıllı vatandaşlar denge içinde, bin yıllık yaşayışlarına devam edeceklerdi. Kendilerine Aydınlar diyen mahut grup, ideolojilerinin hezimetini yaşamanın üzüntüsüyle gösteriler yapıp milletin nefretini kazandılar. Ermenilerin şehîd ettikleri yüz binlerce insanımız, devlet adamlarımız, diplomatlarımız için ne düşünüyorlar? Onlara da mevlit mi okutacaklar?

18 Nisan 2010 Pazar

bir gezi hatırası



Hayalleriniz gerçek olsun..

Pazar, Nisan 18, 2010 - MÜNÜBÜS YOLCULARI
Kategori: geziyazilari


Sizlere bir gezi hatırası anlatayım. Bildiğiniz gibi ben Gebze’de oturuyorum.Ekseriya Gebze-Harem Münübüsleriyle seyahat ediyorum. Çok sevdiğim İstanbul’a ya bir iş için, ya da gayesiz sadece gezmek için gidiyorum. Kozyatağından her zamanki gibi , Gebze münübüsüne bindim. Bir genç yer gösterdi. Teşekkür ederek oturdum. Maltepe durağına geldiğimizde yanımdaki yolcu indi. Ben de bir öğrenci kardeşimize işaret ederek oturmasını istedim. Çünki, omzuna astığı okul çantası( daha doğrusu küçük bir bavul) ona zahmet veriyordu. Sevinçle yanıma oturdu. Bavulunu da ayaklarının dibine sığdırdı.

Cevizli durağında bir hanım, beyi ve beş yaşlarında çocuğu ile araca bindi. Yanımdaki genç hemen yer gösterdi. Çantasını da ayaklarının dibine almak istedi. Ben ise daha ziyade küçük bir bavula benzeyen bu çantayı kendime doğru çekerek, elimle dursun işareti yaptım. O kardeşimiz de başıyla peki öyle olsun gibilerden cevap verdi. Yanımdaki kadın çocuğunu sıkı sıkı sarmalamış bir vaziyetteydi. Çocuğunu iyice tutabilmek için, elindeki su şişesi ve siyah poşetini birazı benim ayaklarımın hizasında olan, çantanın üzerine bıraktı. Şoför arkadaşımız, önünde giden münübüsü geçmek ve bir durak sonraki müşterileri kapmak için manevralar yapıyordu. Tabii bizde savrula savrula gidiyorduk.

Ansızdan yanımdaki kadının çocuğu boğulur gibi sesler çıkardı. Hemen sürücü arkadaş münübüsü sağa çekti. Ve:

-Teğzeciğim çocuğun ağzından elini çek, ölecek. Dedi.

Gerçekten zavallı anne çocuğunun ağzını gayri ihtiyari kapatmış ve araç kirlenmesin diye çırpınıyordu.

Elini çeker çekmez çocuğun ağzı açıldı. Bütün şiddetiyle içini boşaltıverdi. Tabiiki benim önümde duran ve büyük bir kısmı da kadının tarafta kalan çantanın üzeri, battı, çıktı. Kadına yer veren delikanlı önce çantaya sonra da bana baktı. Sanki benim yüzümden böyle olmuş gibi ve saygı da kusur etmeden o gözler yine de beni suçluyordu. Çantası mutlaka yıkanacaktı. Acaba evinde annesi varmıydı. Ya da bu anne üveymiydi. Gözlerine dikkatle baktığımda şüphem daha arttı. Bu ara münübüs şoförü:

-Teğzeciğim sırtına vur. Çocuk boğulacak diye çırpınıyordu. Zavallı yavru ise bir yandan kesik kesik öksürüyor ve bükük boyunla annesine minnetle bakıyordu. Az önce bir başka araçla ekmek parası için yarış eden bu sürücünün insanlığına bütün yolcular hayran kalmıştık.En küçük hayranı ise hastalanan çocuktu..

Küçük çocuğun annesi, yavrusunun üzerine giydirdiği eşofman gibi pijamayı çıkardı. Kirlenen çantayı bir güzel sildi. Tertemiz yaptı. Cebinden çıkardığı mendili su ile ıslatarak hasta çocuğunun yüzünü gözünü temizledi. Pendik durağında inmek için müsaede isteyen talebe çocuğa minnetle baktı.

-Yavrum sen bana yer verdin. Ben ise senin güzelim çantanı beledim. Hakkını helal et. Diye yalvarır gibi konuştu.

Bu çocuk mahzun bir şekilde inerken bana bir daha baktı. Evet anlaşılıyordu. Bunun üvey annesi vardı. Muhtemelen biraz sonra evinde azar işitecekti..

Bu önsezilere nasıl vardın derseniz.. Cevabım şöyle olur. 64 yıllık ömrümün büyük bölümü gurbet ellerde geçti. Neler gördüğümü bir ALLAH bilir, bir de ben…






Yorum (1) :: Etiketler : harem Gebze hattı,Çocuk,Anne,Öğrenci,Hasan Güler

Yorum Gönder

Yorum Başlık:


Yorumunuz:






1 yorum yazilmistir 2010-04-18 13:46:03 - :((((
Yazan: kediperisi
Hasan abi,pür dikkat, baştan sona okudum başınızdan geçenleri..üzüldüm, normalde sıksık olan şeyler bunlar aslında, yıllar önce ben de dolmuştayken arkamda birisi öyle yapmıştı ama sizin asla bir kabahatiniz olmaz, siz çantayı o çocuğa hamallık olmasın, rahatsız olmasın diye orada bıraktırdınız sakın kendinizi suçlu hissetmeyin, çocuğun gözleriyle sizi suçlar gibi bakmasına üzüldüm eğer gerçekten sezinlediğiniz gibi düşünüyorsa ayıp eder siz nereden bileceksiniz az sonra böyle bir şeyin olacağını! Ama üvey anne konusunda size katılmıyorum belki size öyle gelmiştir Hasan abi, çok hassassınız çünkü, belki üvey anne değil de, yurtta filan kalıyordur, çantayı kendi başına nasıl yıkayacağını düşünmüştür, bu arada asıl kabahat o kadında kabahat derken yanlış anlaşılmasın madem çocuğunun böyle bir huyu var, -araba tutuyor ya da hastaydı bilemiyorum- yanında birkaç poşetle daima arabaya binmesi gerekirdi, ama ilk kez olduysa kadın da bilemez tabii...üzülmeyin Hasan abi...inşallah o çocuğun anası üvey değildir ben de çok üzülürüm üvey anne üvey baba zulmüyle yaşamak zorunda kalan çocuklara Allah kimseyi anasız babasız bırakmasın ama şu da var öz ana babadan iyi olan üvey ebeveyn de olabiliyor tam tersine öz olup da zulmeden de çıkıyor yani hayat bu hiç akla hayale gelmeyen şeyler oluyor...
saygılar sevgiler Hasan abi

9 Nisan 2010 Cuma

ATATÜRK'ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ

 
Posted by Picasa



Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi

Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!




Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927

7 Nisan 2010 Çarşamba

ESNAF AĞALARI


ESNAF AĞALARI
7/4/2010 · Kategori: _ARESI VAR , İş hayatı

ÇETKODER GENEL BAŞKANI MUSTAFA GÖKTAŞ, DÜN BASINA YANSIYAN ESNAF AĞALARI BAŞLIKLI HABERLERE İSTİNADEN BU GÜN ÖNEMLİ BİR AÇIKLAMA YAPTI.



“Devlet kayıt zorunluluğunu kaldırsın Ağalık mağalık kalmaz”



Çevre Ve Tüketici Haklarını Koruma Derneği (ÇETKODER) Genel Başkanı Mustafa Göktaş, Dün ve bugün değişik basın yayın organlarında yer alan “Esnaf Ağaları” başlıklı haberlerin ardından Esnaf odaları ve mesleki oda başkanlıkları ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu.



Göktaş, Bakın biz bu hususu yıllardır dile getiriyoruz. Bu kuruluşların çoğu siyaset de basamak olmuş. Dikkat edin. Oda başkanlıklarından kaç kişi siyasete girmiş ve Milletvekili olmuş, bakan olmuş? Bir araştırın. Neticede buralar hep birileri için basamak olmuş. Yani mensuplarına herhangi bir getiri ve katkısı olmayan yerler. Sorarım size bugün içinde bulunulan ekonomik krizde, kapanan giden işyerleri, tükenen esnafın hali ve vaziyeti için ne yapmışlar? Bu odalar, borsalar, mesleki sanayi örgütleri mensuplarına karşılıksız kredi mi vermiş? Yada çok cüzi faizi olan veya hiç faizi olmayan kredi mi vermiş? Ayakta kalmaları için, yaşamaları için ne yapmış? Gidin bakın Oda aidatı zorunlu. Bir meslekte iseniz oraya kaydınız zorunlu. Aidatı ödemezseniz. İcra kapıda. Böyle şey olur mu? Baştan yanlış. Demokraside mecburi üye, zorunlu üye, zorunlu aidat var mı? Nerede var? Esnafın verdiği aidat ile HAKKI HUZUR parası alıyorlar. Ne demek hakkı huzur? Bu arkadaşların oraya seçilince huzurları mı kaçıyor? Ne anlama geliyor? Eğer huzursuz oluyorlarsa seçilmesinler. Oraya çıkmasınlar. Hem talip olacaksınız, hem ısrar ile o oda başkanlığında kalacaksınız, delegeyi dülegeyi ayarlayıp 10 – 15 – 25 sene oda başkanlığı yapacaksınız. Birde hakkı huzur alacaksınız? Almayın. Bu işi bedava yapın. Allah rızası için ise, toplum ve mensubu bulunduğunuz insanlara hizmet ise, bu işi gönüllülük esasına dayandırın, para almayın. Bakalım kaç kişi bu işi yapacak? Kimse yapmaz. Biz bunu yıllardır dile getiriyoruz. Getirmekle kalmadık, devletin ilgili birimlerine ÇETKODER olarak resmen yazılı talepte bulunduk. İşte buradan bir kere daha talepte bulunuyoruz. Her biri birer tüketici olan ve yaşam savaşı veren, ekonomik darlığa düşmüş tüm esnaf adını sesleniyoruz. Kaldırın şu odalara kayıt mecburiyetini. Bakalım kaç tanesi ayakta kalacak, kaç tanesi bundan sonra başkan olayım diye yarışa girecek? Yazık değil mi bu esnafa? Dama çıkan merdiveni çekiyor” dedi.



Göktaş, “3 yıl içinde sayısız esnaf ve meslek erbabı oda kayıt ücreti, oda kayıt mecburiyeti, oda aidatı ve odanın kendilerine sağladığı bir fayda olmadığı yönünde bize müracaatta bulunmuştur. Biz bu müracaatları zaman zaman basın aracılığı ile kamuoyuna ilgili yetkililere aktardık. Alma netice alamadık. Sözde bir çalışma yapılıyordu. Ama Odalar gittikçe çoğalıyor ve muhteşem binalar ve mekânlar yapıyorlar” dedi.



Göktaş, “ısrar ile söylüyoruz. Yazıyoruz. Odaları tek çatı haline getirin. İlgisiz alakasız kişiler hiç ilgi ve alakası olmayan farklı farklı isimler ile yüzlerce binlerce oda kurmuşlar. Yönetmeliği bilen, yasada kılıfına uyduran odalaşıyor. Yapmayın bunu. Eğer çok önemli ve vazgeçilmez bir iş ise, (öyle olduğunu sanmıyorum) bunları tek çatı altında toplayın. Bölük pörçük olmasınlar. Bir tane meslek odası... Devletin Hükümeti gibi. İçinde her meslek erbabı ve kuruluşun bölümü, temsilcisi, başkanlığı, birimi olsun. Yani bakanlıklar gibi. Ne bu israf kardeşim? Yazık günah bu millete. Vergisini veremez hale gelmiş. Bağkurunu yatıramıyor. Kirasını, elektrik, su, telefon parasını ödeyemiyor. Perişan halde. Oda aidatını ödemedi diye hacize düşüyor. Üstelik Odanın mensubuna mali bir katkı ve faydası yok. Odanın yaptığı işi Devletin her hangi bir birimi de yapar. Bu esnaf tüccar size vergi mükellefi olarak kayıtlı… Şimdi TC kimlik numarası da çıkmış. Her türlü denetim altında. Bu insanlara ek külfet getirmenin ne anlamı var? Kur devletin içinde bir birim, halletsin bu işleri. Hem de çok daha ucuza, çok daha sağlıklı ve emniyetli yapsın” dedi.



Göktaş, “Ben habere yansıyan isim veya isimler üzerinde durmuyorum. Oda başkanı olup değişik kooperatiflerde ve üst kuruluşlarda görev yapıp (başkan, yönetim kurulu üyesi, danışman, üst birlik yöneticisi gibi) bir kişinin bir ayda 6 ile 10 milyar arasında HAKKI HUZUR adı altında yâda yönetim kurulu ücreti adı altında para alındığını biliyoruz. Bu şekilde onlarca başkan var. Devletin sanayi ve ticaret bakanlığı titiz bir şekilde bu oda başkanlarının kaç yerde görev yaptıklarını ve kaç yerden ne kadar ücret aldıklarını araştırsın gerçek ortaya çıkar. Kimse babasının hayrına, Allah rızası için bu işi yapmıyor. Üstelik eline geçerdi mi bir daha inmiyor da. Aldıkları 6 milyar 10 milyar paranın dışında odanın imkânları. Resmi arabası. Sekreteri, telefonu, yemeği, çiçek parası, yolluğu, harcırahı cabası. Günah ya. Bu paralar kimin parası? Bu sistemin bir an evvel yeniden düzenlenmesi lazım. Kimsenin bu milletin sırtına basarak bir yere gelme hakkı yok. Olmamalı. Bir kişi 1000 kişinin hakkını yememeli. Toplumda 350- 500 liraya aylık parayla çalışan insanlar var. Ayrıca bugün esnaf kendisi ayda 500 lira kazanamayacak hale gelmiş. Lütfen, Allah rızası için bu işi adil, hak ve hukuk çerçevesinde yeniden ele alsın düzenlesinler” dedi.





ÇETKODER GENEL MERKEZİ YAZIŞMA İÇİN: cetkoder@gmail.com

ÇETKODER BASIN’A BİLGİ VE DUYURU İÇİN GOOGLE GRUBU:

http://groups.google.com.tr/group/cetkoder

ÇETKODER MESAİ SAATLERİ İÇİNDE

İLİTEŞİM VE HUKUKİ YARDIM HİZMETLERİ İÇİN: 0.535.475 70 06

--




Kalıcı Bağlantı Yorum (yok) Yorum yaz! | Etiketler : ESNAF AĞALARI,mUSTAFA gÖKTAŞ,hASAN gÜLER,bEKLENENZEYTİNCİ
 

Haber